Özel Beyaz Bireysel Gelişim ve Aile Danışma Merkezi - 0212 231 6112 / 0532 201 4180

 

 

 

“…Çünkü ayrılık da sevdâya dâhil, çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili.”

     Atilla İlhan’ın “Ayrılık Sevdaya Dâhil” adlı şiirinden bu dizeler, ayrılığı ilişkisel bir kayıp ve bitiş hali olarak değil de ilişki içinde var olmaya devam etme hali olarak anlatıyor gibi. Ayrılık kimi zaman bir bitiş kimi zaman da başlangıç olabilir. Yaşamımız annemizin rahminden ayrılmamızla başladı ve bu dünyadan ayrılmamızla son bulacak. Ayrılığı hayatın farklı evrelerinde ve farklı şekillerde deneyimlemek mümkün. Örneğin yaşadığımız ülkeden, çocukluğumuz ve gençliğimizden, sevdiğimiz insanlardan, dış dünyada anne babamızdan ayrılmak gibi deneyimler hepimizin hayatında var. Ayrılıklar hep üzücü olarak akılda kalır fakat ayrılığın kişinin üzerinde çok olgunlaştırıcı bir etkisi olduğunu da unutmamak gerekir. Ayrılık acısının yarattığı hüzün, öfke, kaygı gibi yoğun duygulara katlanıp özgürce kendiyle kalabilenler yaşamı zorlaştıran kayıp ve yalnızlık durumlarıyla baş edebilmeyi öğrenir. Bu yazıda çocukların ebeveynlerinden veya temel bakım vereninden ayrılmakla ilgili deneyimlediklerine bakalım.

     Anne ve babaların çocuk sahibi olmaya karar vermelerinden itibaren doğacak çocuklarıyla ilgili hayaller kurduklarına ve ümit dolu beklentiler içerisine girdiklerine çoğu zaman şahit oluruz. Bazı ebeveynler çocuklarının fiziksel veya duygusal olarak ailedeki bazı kişilere benzemesini dilerken, bazılarıysa çok daha ileriki zaman dilimine giderek çoktan eğitimine ve hatta mesleğine yönelik hayaller kurmuşlardır bile (Göbek bağının batıl inançlara göre arzulanan okulun bahçesine gömülmesi J). Hiç şüphe yok ki hayalleri ve beklentileri çeşit çeşit olan bu anne ve babaların çocuklarıyla ilgili en büyük ortak dileği sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmeleridir. Buraya kadar olan kısma gördüğümüz, duyduğumuz ve bilinç düzeyindeki gerçekler demek mümkün. Peki ya ebeveynlerin biliç dışı düzeyde, yani çok da görünür veya belirgin olmadan, ortak bir dileğinin daha olduğunu söylersek?

     Ebeveynler bilinçdışı faktörlere bağlı olarak çocuklarının kendilerine bağlı ve düşkün olmalarını ister. Oldukça yakın bir ilişkinin hayalidir aslında bu; belki kendi anne ve babalarıyla olduğu gibi güzel bir ilişki, belki de onlarla asla olamayan ama şimdi bir fırsat olarak ortaya çıkan ve özlemle beklenen bir ilişki.

     Her insanın değer görmeye ihtiyacı vardır. Anne ve babalar için kendi parçalarından ortaya konulan bu değerli ürünün onlara çok düşkün olması, onlarsız yapamaması, başka insanları tercih etmemesi, içten içe narsistik bir beslenme yarattığından haz duygusunun yaşanmasını sağlar. Fakat bu haz her zaman devam edecek diye bir şey yok elbette. Bir noktada (bu noktanın detaylarına birazdan değineceğim); ebeveyn- çocuk arasındaki ilişkinin ayarlarında mesafe anlamında bazı bozukluklar meydana gelebilir. Önceleri çocuğunun kendilerine düşkün olmasından haz alan anne babalar için düşkünlük boyutunu bağımlılık boyutuna taşıyan ve uygun mesafeyi henüz bilemeyen çocuklarına katlanmak zamanla zorlaşmaya başlar. Özellikle bakım veren ebeveyn için bu “yapışma” halleri oldukça bunaltıcı ve hayat zorlaştırıcı olarak tanımlanır. Bu noktaya kadar ebeveyn-çocuk ilişkisindeki mesafenin ebeveynler açısından ne ifade ettiğinden bahsettik.

Peki durum çocuklar açısından nasıl?

     O zaman olaya en başından bakalım. Bir bebek düşünün. Dünyaya yeni gelmiş. Çok temel ihtiyaçları var ancak bu ihtiyaçları kendi başına gideremeyecek kadar çaresiz. Birisi gerekli ona karnının doyması için, altının temizlenmesi için, gazının çıkarılması için, onun gönderdiği sinyalleri okuyup ona yanıt vermesi için ve belki de en önemlisi sevmek ve sevilmek için. Bu biri çoğu zaman anne olmakla beraber bazen bir bakıcı veya büyük anneler de olabilir. Bu bağımlı olarak dünyaya gelmiş bebeğin gelişimsel olarak ilerledikçe daha az bağımlı hale gelmesi beklenir. Önce emeklemeyi sonra yürümeyi öğrenmesi ve ardından konuşmaya başlaması, onun büyüdüğüne işaret ederken aynı zamanda anneye olan bağımlılığının da azalacağının sinyallerini verir.

     Fiziksel olarak bağımsızlaşmaya başlayan bu bebeklerin ayrıca ruhsal olarak anneden ayrışmaya başlaması gerekecektir. Çocuk psikanalisti Margaret Mahler bebeğin fizyolojik doğumuna denk gelmeyen bir psikolojik doğumunun da olduğunu belirtir. Psikolojik doğum için bebeğin 6.aydan 36. aya kadar uzanan “Ayrışma-Bireyselleşme” evrelerinden başarıyla geçmesi gerektiği yönündeki teorisinden bahsetmemek olmaz. Mahler’in teorisine göre, çocuk anneden ayrışıp birey olmayı başardığı psikolojik doğuma yalnızca bakım vereni ile içe içe geçme halindeki ilişkisinden çıkıp bireyselleşerek erişebilir. Bebekler doğdukları anda kendilerini annelerinden ve çevredeki diğer insanlardan ayırt edemezler. Kendileri ve anneleri birbirinden farksız, tamamen aynıdırlar. Bu aynılık zamanla farklılaşma yolunda ilerleyerek, ben ve öteki ayrımının çocuk tarafından yapılabilmesiyle tamamlanır.

     Ayrışma-Bireyselleşme evrelerinin en sonuncusuna daha detaylı olarak değinmekte fayda var. Fakat ondan önce Piaget’in öne sürdüğü “Nesne devamlılığı” kavramına bakalım. Öncelikle “nesne” olarak adlandırılan kişi çocuk için temel bakım verenidir. “Nesne devamlılığı” bir nesnenin duyularımız dışında da olsa var olduğunu bilme becerisi anlamına gelir ve 8-18 ayları arasında kazanılmış olması beklenir. O halde diyebiliriz ki nesne devamlılığı kazanamayan bebekler, anneleri görüş alanından çıktığı an onun yok olduğunu sanırlar. Mahler’e göre, çocuk nesne devamlılığı geliştirdikten sonra karnı acıktığında onu doyuran iyi anne ile sözünü dinlemediğinde ona kızan kötü anne temsillerini bir arada tutabilmektedir. Yani anneyi iyi ve kötü yanlarıyla tek bir kişi olarak görebilmektedir. Çocuğun tek bir anne temsili oluşturduğu, Mahler’in ayrışma- bireyselleşme evrelerinden en sonuncusu olan ve 25-36 ayları arasında ulaşılan “Nesne sürekliliği” evresidir. Nesne sürekliliği, nesne devamlılığı kazanılmadan gerçekleşemez.

     Bu iki kavramı göz önünde bulundurduğumuzda, normal gelişim gösteren çocukların anneleri ortamda yokken nesne kalıcılığı ve nesne sürekliliği olgularının yardımıyla içsel anne imgesini kullanarak kendilerini rahatlatabilmeleri beklenir. Ancak nesnenin kalıcı ve sürekli olduğunu içselleştiremeyen çocukların annelerinden ayrıldıklarında veya anneleri fiziken yanlarında olmadığında içsel anne imgesini kullanamadıkları (çünkü o nesneye ait kalıcı bir şeyi içeride tutamadı) için kaygılanmaları, korkmaları ve kendilerini sakinleştirmek için annenin somut varlığına ihtiyaç duymaları beklenir. Gelişimsel olarak bu kavramların oluşumu 36 aydan önce tamamlanmadığı için anneden ayrılmayı gerektiren deneyimlerin bu döneme kadar kısıtlı olması önerilir. Anaokuluna başlama yaşının da bu becerileri kazanmış çocuklara göre belirlenmesi çok önemlidir. Eğer çocuğunuz gelişimsel anlamda bu alanlarda sorun yaşarken okula başlatılıyorsa ayrılıkla ilgili meselelerin yaşanması çok beklendik bir durum olarak düşünülebilir.

     Bebeğin gelişimsel olarak ayrılığı yaşamaya hazır bir aşamaya gelmesi üzerinde durduktan sonra anne-bebek bağlanmasının ayrılık yaşama deneyimine nasıl bir etkisi olduğuna da değinelim. Bağlanma sistemi, “doğada bütün memeli türlerde görülen, doğuştan var olan, bağımsız hareket etme kapasitelerinden yoksun olan yeni doğanın hayatta kalmasını sağlayan evrimsel bir sistem” olarak tanımlanabilir. Bağlanma sistemi bebeğin tehlikelerden korunmak için bağlanma figürüne yakınlık duymasını ve bağlanma figürünün verdiği güvenle etrafı merakla keşfetmesini sağlar. Anne, bebeğin yakınlık kurma ve güven arayışı sinyallerine duyarlı olup yanıtladığında, bebek annesini güvenilir bir liman olarak düşünür ve böylelikle başkalarına da güvenebilmenin temeli atılmış olur. Buradaki problem anne bebeğin sinyallerini uygun bir biçimde yanıtlayamadığında meydana çıkar. Bebek için bağlanma figürünün ulaşılamaz olması çok kaygı vericidir ve kendini güvende hissedememesine sebep olur. Dünya onun için ihtiyaçlarının giderilmediği güvensiz bir yer olmaya başlar. Bağlanma tiplerini belirlemek için Mary Ainsworth ve arkadaşları “Yabancı Durum” adını verdikleri bir deney yöntemi uygulamış ve deney esnasında bebeklerin sergiledikleri bağlanma davranışları 3 farklı tipte sınıflandırılmıştır:

1) Güvenli: Güvenli bağlanan çocuk, bağlandığı kişiden ayrıldığında tedirgin olur fakat neşelenmesi için bağlanma figürünün geri gelmesi yeterlidir ve çocuk onu pozitif tavırlarla karşılar. Bağlandıkları figürlere güvenen bu çocuklar kendilerini güvende hissederler ve bu figür bir süre göz önünde olmadığında çocuk yaşadığı tedirginlik ve mutsuzluğa rağmen o kişinin “geri geleceğine” dair güveni sayesinde yaşadığı kaygının üstesinden gelebilir.

2) Kaygılı: Kaygılı bağlanan çocuk, bağlandığı kişiden ayrıldığında çok huzursuz olur, öfke ve ağlama krizleri geçirebilir. Bağlanma figürünün geri gelmesi onun sakinleşmesi için yeterli olmaz. Özellikle yabancı bir kişinin varlığı onlar açısından çok tedirgin edici olabilir. Bağlanma figürünün çocuğun ihtiyaçlarına tutarsız bir şekilde yanıt vermesi (örneğin anne bazen çocuğunun ihtiyaçlarını karşılarken bazen bir bahane ile karşılamaz ya da karşılayamaz) çocuğun anneye güven duymamasına neden olur.

3) Kaçınan: Kaçıngan bağlanan çocuk anneyi ya da bakım veren kişiyi yok sayma eğilimi gösterir. Dolayısıyla bağlanma figürünün yokluğunda hiçbir tepki göstermezler. Çoğunlukla fiziksel istismar ya da duygusal olarak ihmal edilmiş çocuklarda bu bağlanmaya rastlanır. Çocuk bağlandığı kişiden zarar görmemek için ilişkiye girmez. Herhangi bir kriz durumunda bakım veren kişi tarafından sakinleştirilemezler.

     Güvenli bağlanan çocukların anneden ayrılmaya dair tutumlarının olumlu yönde olmasını beklerken, kaygılı bağlanan çocukların annelerinden ayrılmaya dair tutumlarının olusuz yönde olması beklenir. Kaçıngan bağlanan çocuklar için ilişki yok sayıldığından ayrılık da yok sayılır. Ancak yapılan araştırmalar bu çocukların aslında sevmek, değer vermek gibi alanlarda karşılık görememek ve kırılmak gibi yoğun endişeler taşıdığını, fakat zarar görmemek adına bunları yoğun bir çabayla gizlemeye çalıştıklarını göstermektedir.

     Eğer çocukların bağlanma sistemleri güvenli olarak gelişmezse ve gelişimsel dönemlerde uygun evrelerden geçmezlerse, çocukların annelerinden ayrılamama ve doğal olarak da birey olma yolunda ilerleyememesi sorunu ortaya çıkar. Sağlıklı ayrışmanın gerçekleşemediği ilişkilerde ayrılığa tahammülsüzlük yaşanır. Bu tarz ilişkilerde ayrılık çocuk açısından şu anlama gelir: “Hep onun yanında ve yakınında olmalıyım. Eğer onun yanında ve yakınında olmazsam çok çaresiz ve terk edilmiş hissederim. Ondan ayrılmak, onu kaybetmiş hissetmem demek. Onu kaybetmiş hissedersem benim de varlığım kaybolma tehlikesi içine girebilir dağılabilir veya yok olabilirim.” Böyle düşüncelerle dolu bir çocuk zihni, ayrılmamak için her türlü davranış için emir verebilir çünkü hayat memat meselesidir anneden ayrılmamak. Çocuk ayrılık sinyalleri aldığında ağlayabilir, bağırabilir ve çok öfkelenebilir.

     Ev ortamında ayrılık yaşama ihtimali daha az olduğundan bu davranışların bir sorun olduğunu çoğu ebeveyn akıllarından geçirmez. Bu davranışların bir sorun olarak görülmesi çoğu zaman okul hayatına geçişle, yani evden ve ebeveynlerden ilk ciddi ayrılış ile olur. Ebeveynlerinden ayrılma kaygısı yaşayan bu çocuklar okula gitmemek için yoğun bir ısrar gösterirken aynı zamanda fiziksel olarak karın ağrısı, mide bulantısı gibi belirtiler de yaşayabilirler. Çocukların uzun zamandır güvende hissettiği, tanıdık ve bilindik güvenli limanlarından ayrılıp yepyeni ve neredeyse hiç bilinmeyen yabancı bir ortama ebeveynleri olmadan girecek olmaları oldukça kaygı uyandırıcı bir durumdur. Dolayısıyla okulun ilk zamanlarda çocukların kaygılı düşünceler içine girmesi ve zorlanması, beklendik bir durumdur. Okullardaki uyum sürecini kolaylaştırıcı oryantasyonlar da zaten bu kaygıların giderilmesi ve rahat bir ortamın oluşturulması içindir. Ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar, okula bir zaman sonra uyum sağlamış diğer çocuklardan farklı olarak bitmek bilmeyen bir kaygı fırtınasına kapılmış gibidirler. Ebeveynleri ve öğretmenleri tarafından daha fazla desteklenmeye ihtiyaç duyarlar. Kendisinden ayrılmakta zorlanan çocukları için ebeveynlerin ne yapacaklarını bilememeleri sıkça gözlemlenir.

Ayrılık kaygısı yaşadığı için okula uyum sağlayamayan çocuklar için neler yapılabilir?

     Ebeveynlere burada çok iş düşüyor diyebiliriz. Tercihen çocukların olabildiğince önceden ayrılığa hazırlanmasını önerilir. Kendinizden yola çıkarak düşünün, bir şeyleri önceden bilmek ve hazırlanmak kontrol hissi yaratmaz mı? Ayrılıkla ilgili ortaya çıkabilecek duyguları çalışmak ve üzerine konuşabilmek için zamanın olması çok kıymetlidir. Çocuğu ayrılık kaygısı yaşayan bir ebeveynin kendisinin de ayrılıkla ilgili kaygılandığını görmek pek de şaşırtıcı bir durum değildir. Çocuğunu okula gitmek istememe şikayetiyle terapiye getiren bir anneye “Siz onu okula göndermeye, ondan ayrılmaya ne kadar hazırsınız?” diye sorduğumuzda muzur bir gülümsemeyle yanıt almışlığımız sıkça olur. Yani ebeveynin de bu ayrılığa hazır olması ve ayrılıkla ilgili kendi duygularının farkında olması son derece önemlidir. Aman dikkat! Ayrılıkla ilgili bir kriz yaşanırken, siz de çok net sınır koyup bunun yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk olduğu mesajını veremiyor, ikilemli davranışlar sergiliyor ve “Aman bugün de gitmesin, çocuk çok üzüldü yazık” gibi bir düşünceye kapılıyorsanız siz de ondan ayrılmaya henüz hazır olmayabilirsiniz. Veya çocuğunuz okuldayken, onun nasıl olduğu sürekli zihninizi meşgul oluyorsa, güvende mi diye endişeleniyorsanız bunların sizinle ilgili meselelerden kaynaklandığını unutmayın. Ayrıca, çocuk ebeveynlerinin ayrılmayla ilgili kaygılarını içselleştirip zaten oldukça kaygılı olduğu bu yeni okul ortamında kendini tehlikede hissedebilir (“Annem böyle endişelendiğine göre burası güvenli bir yer değil ben de endişelenmeliyim”). Eh durum böyle olursa, çocuğun bu ikilemleri ve kaygıları fırsat bilip okula gitmeme konusunda direnmesi de kaçınılmaz olacaktır.

 


Çocuğunuzun okula uyum sürecini kolaylaştırmak için:

 

  • Okul başlamadan önce okulu görmeye ve gezmeye gitmek
  • Öğretmeniyle güzel bir tanışma ortamı yaratmak ve ona güvenmesi için zaman tanımak
  • Eğer çok ihtiyaç duyuyorsa geçici bir süreliğine öğretmeninden de izin alarak evden bir materyal getirmesini sağlamak (örneğin aile fotoğrafı veya bir oyuncak)
  • Okulda yaptığı etkinlikler ve yeni tanıştığı arkadaşlarıyla ilgili merakınızı gösteren sorular sormak (İlerleyen zamanlarda okuldaki arkadaşların eve davet edilmesi veya okul dışı zamanlarda görüşmeler ayarlanması genelde çocukların çok hoşuna gider)
  • Size özel bir vedalaşma ritüeli oluşturmak (örneğin hep aynı sözcükle veda etmek, aynı hareketi yaparak ayrılmak gibi)
  • Okul bittiğinde, yeniden buluştuğunuzda neler yapacağınızı somut örnekler vererek planlamak ve onları gerçekleştirmek (örneğin eve geldiğinde çizgi film izlemek veya okul çıkışında yemek yemek gibi)
  • Çocuğunuzu okuldan aldığınız saatlere özen göstermek (Hep aynı saatte bırakıp, hep aynı saatte almak. Bunun mümkün olmadığı zamanlarda önceden haber vermek) faydalı olacaktır.

En önemlisi;

  • Ne kadar kriz yaşanırsa yaşansın asla veda etmeden ortadan kaybolmayın. Gitme zamanı geldiğinde, yeniden buluşacağınızı söyleyin ve mutlaka veda ederek oradan ayrılın. Biraz daha kalmak durumu sadece daha da dramatize edecektir.
  • “Artık büyüdün, bebek değilsin, ağlamana gerek yok” diyerek duygularını küçümsemeyin. Onu anlamaya çalışın.

 

 

 

 



Kaynakça:

*https://www.uplifers.com/okullar-acilirken-cocuklarda-ayrilik-kaygisi/ https://www.parents.com/toddlers-preschoolers/starting-preschool/separation -anxiety/overcoming-separation-anxiety/

*http://www.psikeistanbul.org/etkinlik-detay/nws01/psikanalitik-bakislar-10-ayrilik-2016-/TRSEMP/515/

*Mahler’in Ayrışma-Bireyleşme Kuramına Göre Küçük Kara Balık Kitabı’nın İncelenmesi. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 5 (2), 72-93.